16 Nisan 2013 Salı
kadın kokusu filminden al pacino'nun efsane tiradı
Okul müdürü çocuğa döner ve herkesin içinde yalancılıkla suçlar. Albay Frank Slade tam burada lafa girer.
- Bay Sims siz bir yatakçı ve bir yalancısınız.
- Ama ispiyoncu değil !!!
- Af edersiniz ?
- Hayır etmem !!
- Bay Slade !
- Bu olanlar koca bir saçmalık.
- Lütfen sözlerinize dikkat edin saygın bir mekandasınız. Size konuşmak için son bir şans veriyorum Bay Sims.
- Konuşmak istemiyor. Onun bu okulda olmaya hiç ama hiç ihtiyacı yok. Nedir Bu? Hedefiniz Nedir? Çocuklar, arkadaşlarınızı ispiyonlayın kıçınızı kurtarın, yoksa ayvayı yediniz.
Hadi canım sen de! Baylar kimileri kaçar kimileri savaşır. İşte Charlie burada savaşıyor, George da babasının cüzdanına saklanıyor. Tek gerçek bu.
Ya siz ne yapıyorsunuz? George'u ödüllendirip Charlie'yi yok ediyorsunuz. Doğrusu bu mu sizce!
- Bitti mi Bay Slade?
- Hayır daha yeni başladım...
Bu okulda kimler eğitildi bilmiyorum. William Howard Jeks, William Bride, ya da William Tell. Eğer varsa bile o ruhları öldü. Bir fare kapanı kuruyorsunuz, parazitler için yaşama alanı. Ve bu yumuşakları erkek yapacağınızı sanıyorsanız bence tekrar düşünün. Çünkü bence, bu kurumun olduğunu iddia ettiğiniz tüm değerlerini altüst ediyorsunuz. Büyük bir yanlışlık yapıyorsunuz, gerçekten... Ne rezillik...
Bu nasıl bir gösteri söylesenize. Burada tek bir erkek var o da yanımda oturuyor. bu konuda asla taviz vermem. Neden mi? İçinizden biri - isim vermeyeceğim- onu satın almak istedi, sadece Charlie kendini satmadı. O dürüst biri.
- Bu kadar yeter!
- Ne kadar yetermiş göstereyim!
Bay Trace bir şeyden haberiniz yok sizin. Size gösterirdim ama çok yaşlıyım, yorgunum ve de körüm... Eğer 5 yıl önceki ben olsaydım, burayı alev alev yakardım!
Yetermiş! Kiminle konuştuğunu sanıyorsun sen?!
Ben de bir zamanlar görebiliyordum ve yeteri kadar da gördüm zaten...
Buradakilerden daha genç çocukların kollarını ve bacaklarını kaybettiklerini gördüm... Ama onurlu bir ruhtan daha saygın bir şey görmedim. Bu tartışılmaz bile. Peki siz ne yapıyorsunuz?
Bu askeri, kuyruğunu bacaklarına kıstırıp evine gönderiyorsunuz...Onun onuruyla oynuyorsunuz. Bunu yapmaya hakkınız yok!
Ama asıl siz onun ruhunu idam ediyorsunu, ruhunu!
Peki Neden? Neden olduğunu söyleyeyim sizlere. Çünkü o buralı değil. Onu duydunuz. Buralı değil o! Bence hepiniz buralı olmaktan utanmalısınız. Harry, Jimmy, Trent her nerdeyseniz canınız cehenneme!
22 Mart 2013 Cuma
...
Eve girmek için anahtar kullanmaya başladığından beri
yalnızsın diyor bana. Sessizliği
sevmiyorsun. Kendi kendine konuşmayı da
beceremediğinden televizyon kumandası arayıp duruyorsun etrafta. İzlesen bari. O da yok. Bi’şeyler
yazmaya çalış, yalnızlığa methiyeler düzmekten başka yapacak işin olsun diyor. Susuyorum. Ulan onu da yapamıyorsun diyor. Agahta cristie okuyacağına Git Ahmet Hamdi Tanpınar
oku biraz. Ciddi şeyler yaz artık. Sarışın ilham perisi de yok bu aralar, yıldızlı
asasıyla, kanatlarıyla kim bilir hangi yeteneksizin yanında sürtük. O da susuyor bir süre. Al şu birayı diyor, belki kendine gelirsin.
YAŞAYAN ÖLÜ İNSANLAR
İyice dibe batmış ama farkında olmayan ölü insanlar. Artık kendiniz için yaşayın. Kimseyle ilgilenmeden, sadece ama sadece kendiniz için yaşayın. Sosyal Ağlarda, sahte ve çürümüş hayatlarınızı başkalarının gözüne sokmaya çalışmadan.
Akıllı insanlar, sizin o yaşadığınız kıskançlık, bencillik, entrika dolu boktan hayatlarınızı ‘‘güzel gösterme’’ gayretinin farkındalar. Zaten uzunca zamandır Facebook-twitter vb. sosyal ağları bu amaçla kullanıyorsunuz. Siz gerçek değerlerin farkında değilsiniz, egolarınızın okşanması diğer algılarınızı tıkadığı için, insana ait olan ne kadar erdem, dürüstlük, iyi niyet duyguları varsa hepsini ortadan kaldırdığı için... Deli gibi seviyorsunuz egolarınızın okşanmasını, zevk alıyorsunuz birilerinin sizi takip etmesinden. Ve o birileri için yaşamayı amaç edinmişsiniz, yaşayamıyorsunuz sizi bulutların üstüne çıkaran aynı zamanda nefret ettiğiniz sahte hayranlarınız olmadan. İçinizde yaşattığınız o sanal karakter sizi ele geçirmiş durumda.
Gittiğiniz yerleri bildiriyor, fotoğraflarını paylaşıyorsunuz internette. Hatta yediğiniz yemeklerden, iş yerine, iş yerinden çalışma masanıza kadar bütün resimleri paylaşıyorsunuz. Birileri görsün istiyorsunuz, içinizde yarattığınız o çirkin egodan başka bişeyden ibaret olmayan sahte kişiliğinizi. Ancak onunla mutlu olabiliyorsunuz. İşte bu kadar basit ve salak canlılarsınız.
Bir yeri gezmek, orada bulunmak artık sizi mutlu etmiyor. Veya huzurlu bir çalışma ortamına sahip olmak, arkadaşlarla bir yerlerde oturup sohbet etmek, dertleşmek, yani bu gerçekliğin kendisi bile ilginizi çekmiyor artık. Sizin ilginiz başkalarında, başkalarının gözünde ‘’mutlu insan olarak algılanmakta’’. Kendi kendinize mutlu olmayı becerecek, fark edecek ve bunu hissedecek kadar ‘’yaşayan insan’’ değilsiniz. Siz aslında kendi entrikanıza, kendi pisliğinize, sahte egonuza çoktan batmışsınız. Siz aslında çoktan ölmüşsünüz.
9 Mart 2013 Cumartesi
diyarbakır
askerliğimi yaptığım güneydoğu şehri. aklımda kalan tarafı bulunduğu bölgeye göre daha metropol görünümünde olması. aynı zamanda olaylı da bir şehirdir. şehrin merkezinde subay bloklarında nöbet tutarken çok olaya tanık olmuşluğum vardır, açlık grevleri gibi.
diyarbakır'a usta birliğine geldiğimde askeri konvoya saldırı düzenlenmişti, 4 ayın sonunda giderken ise paris'te öldürülen teröristlerin cenazeleri getiriliyordu. öyle de karışık bir dönemde askerdeydim. sonuç olarak kazasız belasız bitirdim, geriye ise nöbet tuttuğumuz mevzilerde yazdığım şafaklar kaldı ve tel örgülerin karşı tarafındaki gülümseyen çocuk yüzleri. sabahın beşinde askeri araçla yollara düşüşümüz ve üçüncü sınıf pastaneden aldırdığımız adi poğaçaların, acı çayın tadı. dört ayın hatıraları kaldı geriye. insanların en masum, en sinsi, en bencil, en garip, en kurnaz halleri kaldı. iyi ve kötü yanlarıyla bir garip güneydoğu şehrini bıraktım geride. surlarını değil ama gökyüzünden eksik olmayan helikopterlerini gördüm. ulu camisine gidemedim ama ciğer kebabını yedim, idare ederdi. fıstıklı kadayıfının tadıysa hala aklımda. bir daha gider miyim, yolum düşer mi bilinmez. ama güzel vatanımızın tarihi bir şehridir, sahip çıkılmalı, önyargısız yaklaşılmalıdır, bütün olumsuzluklarına rağmen.
diyarbakır'a usta birliğine geldiğimde askeri konvoya saldırı düzenlenmişti, 4 ayın sonunda giderken ise paris'te öldürülen teröristlerin cenazeleri getiriliyordu. öyle de karışık bir dönemde askerdeydim. sonuç olarak kazasız belasız bitirdim, geriye ise nöbet tuttuğumuz mevzilerde yazdığım şafaklar kaldı ve tel örgülerin karşı tarafındaki gülümseyen çocuk yüzleri. sabahın beşinde askeri araçla yollara düşüşümüz ve üçüncü sınıf pastaneden aldırdığımız adi poğaçaların, acı çayın tadı. dört ayın hatıraları kaldı geriye. insanların en masum, en sinsi, en bencil, en garip, en kurnaz halleri kaldı. iyi ve kötü yanlarıyla bir garip güneydoğu şehrini bıraktım geride. surlarını değil ama gökyüzünden eksik olmayan helikopterlerini gördüm. ulu camisine gidemedim ama ciğer kebabını yedim, idare ederdi. fıstıklı kadayıfının tadıysa hala aklımda. bir daha gider miyim, yolum düşer mi bilinmez. ama güzel vatanımızın tarihi bir şehridir, sahip çıkılmalı, önyargısız yaklaşılmalıdır, bütün olumsuzluklarına rağmen.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)