30 Ekim 2010 Cumartesi

tanrının kenti

yazmayalı çok oldu. çok da yazmadım hiç bir zaman, yazamadım. oysa yazmaktı tek gerçek olan. noktayı virgülü anlamsızca kullanmaktı kelimeler arasında; savurmak, dağıtmak ama ortaya anlamlı olmayan cümleler çıkaramamak. fiillerin olumsuz kalıplarını kullanmayı özlediğimden beri yazmamıştım. bugüne rastladı. en çok ihtiyaç duyulan anlarda yazası gelen insanlardan biri oldum, ama ne zaman oldum hatırlamıyorum. işte yine öyle gecelerden birinde, hiç akılda bir şey yokken, her şey yine fazlasıyla sıradan olmuşken, işte bu anlarda yazmaya çalıştım.
(yazmak eylemi nasıl geçmiş zamanda kullanılır bunu sonra düşünmeli)

ama aklıma bi'şey gelmedi. geçenlerde bi film izledim. ben de hiç bişey bulamazsam onu yazarım dedim. aslında anlatması güç. hemen unutulan cinsten, geç farkedilen, ama etkisinden geç çıkılan bir film. ''TanrıKent''.
Rio De Janerio'nun arka sokaklarında 7 yaşındaki çocukların ellerine silah almasıyla başlayan, aynı çocukların büyüdüklerinde, tabancaları olan başka çocuklar tarafından öldürülmesiyle son bulan, içinde bol bol ''esrar-kokain-kadın-samba-plaj'' bulunduran bir film. istese de illegal olamayan, sabuna suya dokunmadan yaşayan rio'lu çocukla, illegal olan ne varsa peşinden giden rio'lu çocuğun karşılaştırılması... iyi brezilyalı kötü brezilyalının hikayesi değil elbette bu film. silik olmak veya cesur olmak hiç değil...
tanrının unuttuğu bir çok şehirden sadece birisi olan Rio de janerio'nun Tanrıkent'inde olup bitenler.
hayal ürünü değil, gerçek. yaşanmış da değil hala yaşanmaya devam ediyor...
içinde, sen çeteye katılamazsın çok küçüksün denilen ve;

-sigara içiyorum, adam öldürdüm. ben büyüdüm artık, gibi bir cevabı bulunan film.
sonra yine esrar, kadın ve çete... finalde tekrar samba.


Bu şarkı da tanrının unuttuğu bütün kayıp kentlere. ve insanlarına...