Eve girmek için anahtar kullanmaya başladığından beri
yalnızsın diyor bana. Sessizliği
sevmiyorsun. Kendi kendine konuşmayı da
beceremediğinden televizyon kumandası arayıp duruyorsun etrafta. İzlesen bari. O da yok. Bi’şeyler
yazmaya çalış, yalnızlığa methiyeler düzmekten başka yapacak işin olsun diyor. Susuyorum. Ulan onu da yapamıyorsun diyor. Agahta cristie okuyacağına Git Ahmet Hamdi Tanpınar
oku biraz. Ciddi şeyler yaz artık. Sarışın ilham perisi de yok bu aralar, yıldızlı
asasıyla, kanatlarıyla kim bilir hangi yeteneksizin yanında sürtük. O da susuyor bir süre. Al şu birayı diyor, belki kendine gelirsin.
22 Mart 2013 Cuma
YAŞAYAN ÖLÜ İNSANLAR
İyice dibe batmış ama farkında olmayan ölü insanlar. Artık kendiniz için yaşayın. Kimseyle ilgilenmeden, sadece ama sadece kendiniz için yaşayın. Sosyal Ağlarda, sahte ve çürümüş hayatlarınızı başkalarının gözüne sokmaya çalışmadan.
Akıllı insanlar, sizin o yaşadığınız kıskançlık, bencillik, entrika dolu boktan hayatlarınızı ‘‘güzel gösterme’’ gayretinin farkındalar. Zaten uzunca zamandır Facebook-twitter vb. sosyal ağları bu amaçla kullanıyorsunuz. Siz gerçek değerlerin farkında değilsiniz, egolarınızın okşanması diğer algılarınızı tıkadığı için, insana ait olan ne kadar erdem, dürüstlük, iyi niyet duyguları varsa hepsini ortadan kaldırdığı için... Deli gibi seviyorsunuz egolarınızın okşanmasını, zevk alıyorsunuz birilerinin sizi takip etmesinden. Ve o birileri için yaşamayı amaç edinmişsiniz, yaşayamıyorsunuz sizi bulutların üstüne çıkaran aynı zamanda nefret ettiğiniz sahte hayranlarınız olmadan. İçinizde yaşattığınız o sanal karakter sizi ele geçirmiş durumda.
Gittiğiniz yerleri bildiriyor, fotoğraflarını paylaşıyorsunuz internette. Hatta yediğiniz yemeklerden, iş yerine, iş yerinden çalışma masanıza kadar bütün resimleri paylaşıyorsunuz. Birileri görsün istiyorsunuz, içinizde yarattığınız o çirkin egodan başka bişeyden ibaret olmayan sahte kişiliğinizi. Ancak onunla mutlu olabiliyorsunuz. İşte bu kadar basit ve salak canlılarsınız.
Bir yeri gezmek, orada bulunmak artık sizi mutlu etmiyor. Veya huzurlu bir çalışma ortamına sahip olmak, arkadaşlarla bir yerlerde oturup sohbet etmek, dertleşmek, yani bu gerçekliğin kendisi bile ilginizi çekmiyor artık. Sizin ilginiz başkalarında, başkalarının gözünde ‘’mutlu insan olarak algılanmakta’’. Kendi kendinize mutlu olmayı becerecek, fark edecek ve bunu hissedecek kadar ‘’yaşayan insan’’ değilsiniz. Siz aslında kendi entrikanıza, kendi pisliğinize, sahte egonuza çoktan batmışsınız. Siz aslında çoktan ölmüşsünüz.
9 Mart 2013 Cumartesi
diyarbakır
askerliğimi yaptığım güneydoğu şehri. aklımda kalan tarafı bulunduğu bölgeye göre daha metropol görünümünde olması. aynı zamanda olaylı da bir şehirdir. şehrin merkezinde subay bloklarında nöbet tutarken çok olaya tanık olmuşluğum vardır, açlık grevleri gibi.
diyarbakır'a usta birliğine geldiğimde askeri konvoya saldırı düzenlenmişti, 4 ayın sonunda giderken ise paris'te öldürülen teröristlerin cenazeleri getiriliyordu. öyle de karışık bir dönemde askerdeydim. sonuç olarak kazasız belasız bitirdim, geriye ise nöbet tuttuğumuz mevzilerde yazdığım şafaklar kaldı ve tel örgülerin karşı tarafındaki gülümseyen çocuk yüzleri. sabahın beşinde askeri araçla yollara düşüşümüz ve üçüncü sınıf pastaneden aldırdığımız adi poğaçaların, acı çayın tadı. dört ayın hatıraları kaldı geriye. insanların en masum, en sinsi, en bencil, en garip, en kurnaz halleri kaldı. iyi ve kötü yanlarıyla bir garip güneydoğu şehrini bıraktım geride. surlarını değil ama gökyüzünden eksik olmayan helikopterlerini gördüm. ulu camisine gidemedim ama ciğer kebabını yedim, idare ederdi. fıstıklı kadayıfının tadıysa hala aklımda. bir daha gider miyim, yolum düşer mi bilinmez. ama güzel vatanımızın tarihi bir şehridir, sahip çıkılmalı, önyargısız yaklaşılmalıdır, bütün olumsuzluklarına rağmen.
diyarbakır'a usta birliğine geldiğimde askeri konvoya saldırı düzenlenmişti, 4 ayın sonunda giderken ise paris'te öldürülen teröristlerin cenazeleri getiriliyordu. öyle de karışık bir dönemde askerdeydim. sonuç olarak kazasız belasız bitirdim, geriye ise nöbet tuttuğumuz mevzilerde yazdığım şafaklar kaldı ve tel örgülerin karşı tarafındaki gülümseyen çocuk yüzleri. sabahın beşinde askeri araçla yollara düşüşümüz ve üçüncü sınıf pastaneden aldırdığımız adi poğaçaların, acı çayın tadı. dört ayın hatıraları kaldı geriye. insanların en masum, en sinsi, en bencil, en garip, en kurnaz halleri kaldı. iyi ve kötü yanlarıyla bir garip güneydoğu şehrini bıraktım geride. surlarını değil ama gökyüzünden eksik olmayan helikopterlerini gördüm. ulu camisine gidemedim ama ciğer kebabını yedim, idare ederdi. fıstıklı kadayıfının tadıysa hala aklımda. bir daha gider miyim, yolum düşer mi bilinmez. ama güzel vatanımızın tarihi bir şehridir, sahip çıkılmalı, önyargısız yaklaşılmalıdır, bütün olumsuzluklarına rağmen.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)