22 Aralık 2011 Perşembe

ahmet ümit - beyoglu rapsodisi' nden notlar

Okuyanların çoğu Ahmet Ümit'in beceriksiz finalinden bahsetmiş. yok son on sayfası polisiye gibiymiş, aslında beyoğlu'nu anlatmak istemiş. yok agatha christie'den aparmış, hiç ipucu vermemiş. önce şunu söylemek gerekir ki, polisiye okumaya şartlanmış bir okuyucunun bulaşmaması gereken bir roman bu. adam beyoğlu tasvirleri yapmış, istiklal caddesini anlatmış, tarihi mekanlar hakkında bilgi vermiş. evet ilk 200 sayfasında hiç olay olmamasına rağmen beyoğlu'nda okuyucuyu gezdirmiş. bunlar kitabın olumlu tarafları. sırf bu sebeple bile okunabilir bir romandır bu. hayata dair, inançlara dair, insanlara dair hoş cümleler var romanda. bunlar bile yeterliydi. ama polisiye gözüyle değerlendirirsek çok yanlışı var.


anlatıcının katil olması bana göre mantıksız. ben polisiye roman yazsam, gerçekçi olmasını da istiyorsam, katili anlatıcı yapmam. birinci tekil şahıstan yazılan hikayede anlatıcının en çıplak ruh hali ortaya dökülmelidir. suç ve ceza okuduk. dostoyevski okuduk. raskolnikov da katildi ve birinci tekil olmamasına rağmen bütün ruh hali ortadaydı. zayıflıkları, çıkmazları okurun önünde şekilleniyordu. biz onu katil olarak sevmiştik. çünkü neden yaptığını, aklından geçenleri söylüyordu korkusuzca. albert camus'nun yabancısını da öyle sevdik, bütün aykırılıklarıyla. 
ama bu romanın anlatıcısı olan Selim, kendi duygularını, aklından geçenleri, düşündüklerinin hepsini okuyucuyla paylaşmadı. paylaşamadı. ahmet ümit onu katil yapmıştı ve bizden saklamak istiyordu. tamam, bu da bir tarz olabilir, Agatha Christie de aynısını yapmış denilebilir. ama bence gerçekçi değil. kitabın sonlarına doğru Selim, Kenan'ı kıskanmaya başladı. kenan, her zaman egosu yüksek bir insandır, şöyle bencildir, böyle havalıdır, gibilerden içten içe öfkesini kustu. benden habersiz iş yapıyor dedi. bunlar aklı başında bir katilin iç sesleri olamaz. ama başından beri kendi kendini ele verdi. bodrum katında insan kemiklerinin olduğu eski apartmanını kenan'a verdi kullansın diye. sonra da toparlamaya mı çalıştı yani? selim şizofren bir karakter olsaydı daha gerçekçi olurdu roman. adam şizofrenmiş ne yaptığını bilmiyor diyebilirdik. ama son derece akıllı mantıklı bir karakter analizi var Selim'in üstünde. öyle de zaten. para babası, Kenan kadar deli dolu değil, Nihat kadar beceriksiz, ezik değil. buna rağmen katil, romanın anlatıcısı Selim. roman kapanışındaki amacın şaşırtmak olduğunu bildiğimiz için, gerçekçilikten ödün verilmesi doğal bir sonuç. yazarın gayesi okuyucuyu finalde şaşırtmaktı zaten. ve başarılı oldu. 

olayın düğüm noktası katya ile olan sohbetleri, ekim devrimi sonrası türkiye'ye kaçan ruslar olduğu halde, bu konuların üstünde çok durulmadı. sadece küçük ipuçları verilerek okuyucuların dikkatinin başka konulara çekilmesi istendi. katya adındaki rus karakterin çok güzel olarak tasvir edilmesi, aralarda yapılan olay örgüsünden kopuk sohbetlerin etkileyiciliği ve nicholas flamel gibi konular okuyucuyu kilit noktadan uzaklaştırdı. böylece silik olan ayrıntılar tamamen gözden kaçtı. bu da finalin sarcısı olması için ahmet ümit'in her romanında kullandığı tekniklerden biri. bu romanında da bu yöntemi aşırı yoğun bir şekilde kullanmış. (daha doğrusu esinlendiği agatha christie eseri olan ''roger ackroyd cinayeti''ni birebir almış diyorlar. okumadığım için bir şey söyleyemem bu konuda)  eleştiriler şu şekilde; hiç ipucu yoktu, kitabın sonunda kenan geldi ve şunları söyledi, ''selim oyun bitti!'' dedi. ''senin baban katildi, rusları öldürüp bodruma gömdü, elmaslarını aldı. sana da şantaj yaptılar, iki genci öldürmek zorunda kaldın, sonra fransa'ya gittin, babanın vakti zamanında öldürdüğü ekim devriminden kaçan rus ailenin, o dönemde fransa'da çocuk olan, şimdi ise 90 yaşında bir yazar olan kızını öldürdün. sen katilsin selim.'' dedi. eleştiriler de haksız sayılmaz. sonundaki hikaye çok zorlama olmuş. ama açık kapı bırakmadan romanı tamamladığı için eksiksiz bir kurguyla işi kotarmış ahmet ümit. edebi olarak da başarılı buldum.